23 Haziran 2016 Perşembe

Osmanlı Atatürk ve Türkçülük Akımı Yüzünden mi YIKILMIŞ!!!


Atatürk Döneminde Yasaklanan Dini Kitap.


     70 yıl boyunca bizlerden saklanan o aşağılık 433 madde.. Zaman buldukça yutkuna yutkuna okuyorum Sevr anlaşmasını.. Atatürk bu anlaşmayı imzalayanları, destek olanları, Nutukta <aşağılık birer yaratık> olarak tanımladığını ilk okuduğumda; onun kadar kibar, ahlaklı, saygılı, hassas ve sağduyulu bir insanın neden bu derece ağzını bozduğuna anlam verememiştim ancak maddeleri okuduğumda, az bile söylediğini anlıyorum.. Bir millet düşünün ki; bütün hakları, bütün özgürlüğü, bütün maneviyatı, gururu, onuru, inancı, kimliği, malı, mülkü ve insanlık vasıfları elinden alınıyor.. Elinde padişahın mührüyle Sevri imzalayanlar, biçare Türk milletinin tüm kalbiyle güvendiği o yaratıklar, imzadan sonra gülümseyerek pozlar veriyorlar.. Öyle ürkütücü, öyle korkunç maddeler var ki, katil piranalar gibi acımasız bir öfke ve hırsla yurdumuzu paramparça etmek için o maddeleri yazan devletlerin karşısına, Mustafa Kemal Paşanın yılmaz bir cesaretle, azimle, kırılmaz bir Türklük gururuyla nasıl çıkabildiğine bile insan şaşırıyor.. İlahi adalete, Tanrının müdahalesine, iyiliklerin kaybetmediğine her zaman inanan biri olarak gönül rahatlığıyla ifade edebilirim ki o aşağılık kan emici maddeler imzalanırken; tarlasında ekiniyle uğraşan garip Türk köylüsünün kalbindeki iyiliğin, saflığın takdiridir Mustafa Kemal Paşanın o cesareti ve tükenmez iradesi.. Kan donduran bu anlaşma bugün tarih kitaplarında ne yazık ki bir <Barış> anlaşması olarak tanımlanıyor.. Bu durum, 1922de kurtulamadığımızın belgesi niteliğindedir.. 70 yıldır bize yapılmayan iyiliği, biz yeni nesillere yapmak, başımıza gelenleri aktarmak zorundayız.. Aksi halde geçmişini bilmeyen nesil, gelecekte başına neyin neden geldiğini bilmiyor olacak..

   Adamlar 70 yılda müthiş bir proje çalışması yapmışlar.. Tebrik etmek lazım.. 1930larda almışlar kararı.. Kemalist Türkiyeyi, din düşmanı olarak algılatmamız lazım!, Mandayı yutturmamız lazım! diye bağırıyor kitapları.. Nasıl oydular osmanlının içini? Papazlar, hahamlar her yerdeydi.. Ermeniler, süryaniler, yahudiler, haruniler, gürcüler, levantenler, araplar, kürtler, zerdüştler, rumlar, hepsi kanunen osmanlı sayılıyordu.. Sen misin ruma, ermeniye, süryaniye, sırpa, bulgara, yunana, araba osmanlı diyen? Özünüze dönün ulan! deyiverdiler bu etnik unsurlara.. Milliyetçi olun! dediler.. Hepsi kışkırtıldı.. Adamlar özlerine döndüler.. Biz osmanlı değiliz, sırpız, bulgarız, yunanız, arabız, ermeniyiz, yahudiyiz dedikleri an, osmanlı başladı fermanlar çıkarmaya.. Bir Türkler biz Türküz diyememiş! Aman ha Kuranı bilmesinler demişler.. Fatih, Kuranı Türkçeye çeviren Uzun Hasanı, anında ortadan kaldırmış.. Neden? Çünkü Kuran, yahudiyi hristiyanı dost edinme diyor.. (maide 51) Ee? Osmanlı hanedanı hristiyanla evlenmiş, yahudiyle evlenmiş, paşa yapmış, vezir yapmış, orduya almış, cerahor yapmış, martoloz yapmış, voynuk yapmış.. Hiç Kuran bilinsin ister mi? Hacca giden tek sultan, Cem sultanı da yerin dibine sokmuşlar.. İmparatorluk, tamamen ecnebinin elinde.. Tarih bilmiyor, Abdülhamid tüm tarih kitaplarını yasaklayıp yaktırıyor.. Kendi ırkını tanımıyor adam.. Din bilmiyor.. Medresenin darül kurralarında, hadislerinde ver arapça ezberi gitsin.. Kitap bilmiyor, ilim, fen bilmiyor.. Sonu ne oldu? Sevr.. Gazi Paşa bunları tek tek ayıkladıktan sonra, her şeyi Türkçeye çevirmiş.. Hatta öyle ki, Türk olmayanı memur, asker bile yapmamış.. Severler mi hiç böyle bir Paşayı? Bak şimdi yine başladılar saymaya.. Sen rumsun, sen lazsın, sen çerkezsin, sen osun busun demeye.. Taktik aynı.. Türküm deme sakın! ırkçılık etme! Milliyetçilik yok, günah! E ama saydın sen osun busun diye? Onlara milliyetçilik var mı? Onlara var, onlar istiyor, doğuda kilise açıyorlar, tabelalar asılıyor.. Ama Türke yok.. Aç tvyi, dinlesin millet osmanın, ömerin maceralarını.. Yeter ki dış borcu sorgulamasın.. Ne olduğunu bile bilmesin.. Ver GDOlu ürünleri! Portakal ile Mandalinayı bile ayırt edemiyoruz lan artık! Dev gibi salatalıklar, domatesler! GDO nedir bilir misiniz? Genetiği değiştirilmiş ürün! İslama göre şirk değil mi lan bu! Hani insanın dnasyla oynayınca şirk oluyordu? Adamlar sana çatır çatır satıyorlar GDOluları.. Toprağını, mahsülünü öldürüyorlar! 2006da çıktı yasa, mecbursun israilden hibrit almaya! Gavurun bütün ürettiği elinde, evinde, mutfağında, her şey gavur malı! Hastalandığında seni hastaneye götüren ambulans bile! Öze döneceklermiş bir de.. Cumhuriyeti yıkmak öze dönmek oldu.. Senin özün şamandı eğer 1 damla Türk kanı taşıyorsan.. Olmaz, öze dönmek o değil.. Cumhuriyeti yıkmak.. Her etnik unsura 1 eyalet.. Sonra? Sonra oyun yine devam.. Başkanlıkla eyaletler gelince, kışkırt hepsini tekrar.. İmzalat Sevri..

ATATÜRK Emalılı'dan Ayıca Neleri İstemiştir..


Sevr Anlaşmasında İZMİR!!!!


Mustafa Kemal ATATÜRK..


Atatürk'ün Cenazesine Nazi Almanya'sını Temsilen Gelen Konstantin Von Neurath..

    “Atatürk, bir millet bütün vasıtalarından mahrum edilse dahi kendini kurtaracak vasıtaları yaratabileceğini bize ispat eden adamdır.” diyen Hitlerin emriyle, Atatürkün cenazesine Nazi Almanyasını temsilen gelen Konstantin von Neurath, naaşı Nazi selamıyla selamlamıştı.. Nazilerden bahsediyoruz.. Dünyada bir millete bırak selam vermeyi, yeryüzünden kaldırmaya niyetlenmiş bir oluşum.. Ve bu orduların başındaki adam rusyayı, fransayı, belçikayı, hollandayı dağıtan Hitler, askerilerine gidin Atatürke selam verin diyor.. İşte büyük devlet adamı olmak, devlet adamlarını dizginlemek ve saygı uyandırmak, böyle bir şey..

1922 İzmir!!!

  Ne güldüm şu fotoğrafa:) Gülüyoruz kusura bakma ecnebi arkadaş.. Biz Türkler için zaman, o cigarayı yakmadan geçmiyor.. Aslında fotoğrafta başka hiçbir şeyi umursamamak lazım ama yine de birkaç bilgi verelim.. Burası İzmir.. 1922deki yangından hemen önce.. Sol tarafta fransız bankası.. Sağ tarafta aya fotini kilisesi.. Bankanın başında bekleyen etekli ve fesli askerler, yunan askeri.. Bugün cehaletten başka hiçbir zenginliği olmayanlara, bir din devletiymiş gibi tanıtılan/yutturulan Osmanlı devletinin güzel İzmirinde, bu askerler bekçi olarak görev yaparlardı.. Kilisenin başında değil de, bankanın başında beklemeleri de ayrıca dikkate değer.. Onların başında bekleyen Türk askeri ise, yorgun elbette.. Şanlı Büyük Taarruzdan yeni gelmiş, İzmire girmişler.. Orada bekliyor olmasının sebebi, fransız bankasındaki değerli eşyaların çalınmaması için kurulan milis gücüne destektir.. O gün dedeleriniz kimden neyi saklamıştı ki ey ecnebi arkadaşlar? Türk askerinin, Türk milletinin haketmediğini almadığını, çalmadığını, hırsızlık, yolsuzluk yapmadığını tarih öğretmedi mi sizlere? Buna rağmen sözde din devleti olan Osmanlı Devletinin güzel İzmirinde yaşayan ne kadar ermeni, rum, yunan, levantler, fransızlar vs... varsa, İzmiri 1 gün sonra yakmaya karar veriyorlar.. Amaç ne? Şehirlerini yani İzmiri >>>işgal eden<<< Kemalin askeri(öyle diyorlar), Kemalistler ve Türk milleti, onların mallarını, değerli eşyalarını kullanmasın, Türke kalmasın gavurun kıymetlisi diyerek yakmışlardır İzmiri.. Hem de Türk üniforması giyip de yaktıklarını itiraf eden ermeni ve rumlarca.. Kilise sonradan her zamanki gibi Atatürk tarafından müzeye çevriliyor.. Yine gavur, kiliselerini camilere çeviren osmanlıya çemkirdiği gibi, Atatürke de tepki gösteriyor.. Kusura bakmayınız beyler, sizin papazlarınız İzmir işgal edildiğinde, yunan askerlerine tek tek Türkün evini ispiyonluyordu.. İzmiri karış karış anlatıp bilgiler veriyordu.. Pek inanç kardeşliğimiz yokmuş.. Osmanlı topraklarında düşülen vaziyete acımamak elde değil.. Tüm bunlara rağmen, gavur destekli çıbanlar, bugün Ayasofyayı dillendirerek, Atatürke düşman ederler.. Lan orası gavur mabediydi.. Gavur zaten Atatürke tepki gösteriyor, kiliseleri müze yaptığı için.. Destek olacaklarına, takıyorlar müslüman maskesini, gavur mabedinde namaz kılmak istiyorlar.. 2013 yılında Mhpli Halaçoğlu Ayasofyanın ibadete açılması için teklif verdiğinde, bunu reddeden adama 14 yıldır halife gözüyle de bakabilme yeteneklerine sahip.. Kısaca dostlar, biz Türkler, taarruzdan sonra o cigarayı yakmadan duramamamızın sebepleri büyüktür...

1 Hafta Yeterdi!!!

1 hafta yeterdi arkadaşlar.. Hani bugün yunan askerinin işgal ettiği adalarımız var ya, işte o adalardan 1 tanesinin zindan adası yapılması gerekirdi.. Her çocuk 12 yaşına geldiğinde, yaz tatilinde pedagoglar, sosyologlar, psikologlar, doktorlar, tiyatrocular kontrol ve denetiminde tamamen gerçekçi olmak suretiyle bir gemiye bindirilecekler ve zindan adasına götürüleceklerdi.. Elleri kelepçe ve ayakları birbirlerine zincirlerle bağlı.. Sabah onları bir postal darbesi uyandıracaktı.. Kötü kokan(ama sağlığa zarar vermeyecek) yemekleri yiyecek, sıcağın alnında zincirlerle soğan kıracak, tütün ekecek, domates toplayacaklar, sürekli hakaret, küfür ve hafif olmak şartıyla şiddet görecekleri.. Sadece 1 hafta.. İşte 1 haftanın sonunda, adadan ayrılacaklar, geri döndükleri karşılarına çıkaracaklardı Sevr anlaşmasını ve <İşte Mustafa Kemal paşa ve askerleri, sizi böyle bir hayattan kurtarmıştır çocuklar> denilecekti.. Bak o zaman sen Türkiye'ye.. Hükmederdik dünyaya.. Özgürlüğün, bağımsızlığın, istiklalin, bir toprak sahibi olabilmenin ve bize tüm bu en büyük zenginliği sunanların kıymetini damarlarımızda hissediyor olurduk.. Bak bakalım Türk olmayanı başa geçirir miydik o zaman... Bak bakalım milliyetçiliği ayaklar altına aldık diyebilir miydi 1 kişi bile.. Bak bakalım Türküm diyene ırkçısın demeye cesaret eden hatta aklından geçiren olabilir miydi.. Japonlar bunu yapıyorlar... Milli ruh şoklaması derler.. Özal zamanında ülkemize gelen japonlar anlatmıştı.. Japon çocuklarını, Hiroşima ve Nagaziye götürüyorlar ve eğer çalışmazsanız, dev fabrikalarınız olmazsa, sonunuz böyle olur diyorlar çocuklarına.. Bizimkiler atlıyor, iyi de bizim Hiroşimamız yok ne yapacağız dediklerinde japonlar, <sizin Çanakkale'niz, 10 Hiroşima eder> cevabını veriyorlar..

15 Haziran 2016 Çarşamba

Siz;Türküm,Milliyetçiyim Dediğinizde..


Atatürk'ün Her Zaman Takdirle Andığı Din Adamı Abdurrahman Kamil Efendi...

Atatürk'ün her zaman takdirle andığı din adamı Abdurrahman Kamil Efendi 1850’de Amasya'da doğmuş, ilk olarak 12 Haziran 1919’da, Samsun’dan başlayan, halkı işgale ve İstanbul Hükümeti’ne karşı örgütleme çalışmalarını bir genelgeyle ilan etmek üzere Amasya’ya geldiğinde tanışmıştı Mustafa Kemal Paşa ile.. Konuşmuşlar, birbirlerini dinlemişler, anlaşmışlardı :

Mustafa Kemal Paşa sordu: “Baba, bu işte muvaffak olmak da var, olmamak da var. İnşallah muvaffak olacağız. Eğer olamazsak bizi asarlar, kelle gider, ne dersin?”

Kâmil Efendi yanıtladı: “Oğul, sen ki genç yaşta başını vatan millet uğruna feda etmişsin, benim bu ihtiyar kelleyi de koy senin uğruna feda olsun.''

Mustafa Kemal Paşa 13 Haziran 1919’da Cuma namazında, Amasyalılara vatanın içinde bulunduğu durumu açıkça anlattıracaktır. İlk sohbetleriyle kendisinde güven uyandıran Sultan Bayezid Cami Vaizi Abdurrahman Kamil Efendi’nin bu işi rahatlıkla yerine getirebileceğini düşünmüştür. Hemen bir pusula yazarak 12 Haziran gecesi geç saatlerde Abdurrahman Kamil Efendi’nin evine göndermiştir. Abdurrahman Kamil Efendi Cuma namazında kürsüye çıkarak camide bulunanlara özetle şöyle seslenmiştir :

“Muhterem Evlatlarım!

… Türk Milletinin bu felaketten kurtuluşu için, bütün Müslümanların birleşmesi, vatan ve milleti sevenlerin fedakarane ve cansiperane bir tavra ve harekete başlaması lazımdır…

İşte muhterem cemaat, bu gibi zevatı muhtereminin ve betahsis halen şu anda cemaat arasında olup, memleket ve milleti izmihali umumiden girdap-ı müsibetten kurtarmak için ortaya atılmış bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın arkasından gitmelidir.”
(Bütün müslümanlar, şu an cemaatimiz arasında olan, memleketi yıkılmaktan ve içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtarmak için ortaya atılmış bulunan Mustafa Kemal Paşa'nın arkasından gitmelidir.)

Bu söylem ulusal kurtuluş mücadelesinin ilk vaazı olmuştur.(Mustafa Kemal, yıllar sonra bu vaazın etkisine, önemine değinerek, “Genç Cumhuriyetimiz bu gibi ulema ile iftihar eder” diyecektir!!!) Bu vaazdan sonra 14 Haziran’da Amasya’da kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin maddi yönden desteklenmesine ihtiyacı vardır. Vaiz Abdurrahman Kamil Efendi biriktirdiği ALTINLARI kırmızı bir mendil içerisinde Mustafa Kemal Paşa’ya uzatarak ulusal mücadelenin ilk yardımını yapmasıyla dikkati çekmiştir!!!...(Mercedesli din adamlarına ibret olsun!)

Mustafa Kemal Atatürk’ün dördüncü defa Amasya’ya gelişi, ilk gelişinden dokuz yıl sonra 18 Eylül 1928 tarihinde olmuştur. Yeni kabul edilen Türk alfabesinin uygulanmasını yerinde incelemek ve halkın tepkisini ölçmek amacıyla çıktığı yurt gezisinin beşinci günü Başbakan İsmet İnönü ile birlikte trenle Amasya’ya gelmişlerdir. Amasya tren istasyonundaki karşılamayı o günleri yaşamış ve zamanın müftüsü Abdurrahman Kamil Efendi’nin TORUNU olan Nafız Yetkin Bey şöyle anlatmaktadır.

“Uzaktan trenin düdük sesi duyuldu. Tren yavaş yavaş geliyor. Atamız pencereden bakarak halkı selamlıyordu. Tren durdu. Kapı açıldı. Atamız trenin sahanlığından bir basamak inerek ikinci basamakta durdu ve etrafına bakarak ilk sözü : ( Dokuz yıl önce 13.6.1919’da Kurtuluş Mücadelesinin ilk vaazını veren Abdurrahman Kamil Efendi’ yi hatırlayarak)

“-Müftü Efendi nerede?” oldu. Halk açıldı ve dedeme yol verdiler. Ben de dedemin koltuğuna girerek öne geçtim. Ata son basamaktan inerek hiç konuşmadan gülümseyerek dedeme yaklaştı, hemen gözüne çarpan köstekli saatin anahtarını tutarak;

“-Bu nedir, bu cennetin anahtarı mı yoksa? Ver de cennete girelim.” dedi.
Dedem de; ''Asıl cennetin anahtarı sende Paşam!'' dedi.

Atamız bu cevaba karşı hayret içerisinde gülerek,

“-Cennetin anahtarı nasıl bende olur?” diye sorunca dedem Müftü Efendi şu cevabı verdi:
“Nasıl olur da anahtar sende olmaz? Sen ki bu cahil halka okumak üzere kitap getirdin, bundan ala cennetin anahtarı olur mu?” Cevabı üzerine Atatürk gülerek müftünün koltuğuna girdi. İstasyonda hazır bulunan otomobile binip adalet binasına gittiler. Reis-i Cumhur hazretleri ikametine tahsis olunan binada kısa bir dinlenmeden sonra halkı yeni harflerden imtihan etmişlerdir.

(Yukarıdaki bilgiler, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Kılıç’ın, Amasya Tamimi ve Protokolü, Mayıs 2009 basımlı kitabından derlenmiştir.)

Not: 70 yaşında bir din adamı, tüm altınlarını, Padişahın, hakkında idam kararı çıkardığı, şeyhülislamın dinsiz fitneciler diye fetvalar verdiği Kuvay-ı Milliye'nin ve sonra Türk Ordularının Başkumandanı olan Mustafa Kemal Paşa'ya Milli Mücadele için gönül rızasıysa seve seve vermesi... Cuma vaazında Şeyhülislamın fetvalarına rağmen, Mustafa Kemal Paşaya destek olunması gerektiğini ifade etmesi... 9 sene sonra yani 79 yaşındayken, harf devriminin yapılması üzerine Atatürk'ü, 9 yıl önceki Mustafa Kemal Paşa gibi karşılayan bir din adamı... Bugün harf devrimine dinsizlik denmesine rağmen, böyle vatansever bir din adamının TORUNU bile, o gün harf devriminin imtihanı için oraya gelmiş olan Atatürk'e ''Atamız'' demesi... Büyük dersler, büyük ibretler alınması gereken gurur verici anılardır...

Milletler Nasıl Helak Olur Bilir Misiniz?

  Bu ülkede insanların birbirlerine sarılabilmesine engel olmak için,
aramızdaki Talmud yasalarına bağlı yahudiler, her şeyi yapmış..
Müslüman mısın ? Dur sarılma! Önce mezhebini söyleyeceksin!
Sonra tarikatını! Sonra hangi şeyhe bağlı olduğunu!
Türk müsün ? Dur dur dur hemen öyle sarılma!
Kafir Türklerden misin yoksa müslüman olanlardan mı?
Yetmez ulan yetmez! Alevi mi , bektaşi mi, mevlevi mi, sünni mi,
osmanlıcı mısın? Padişahcı mısın? Biatçı mısın?
Siz milletlerin helakı nasıl olur bilir misiniz?
Hani istemezse yaprak kımıldamayan yaradan var ya, bir önder gönderir kavimlere.. Sonra kavimler o yol göstereni terkeder..
Cüppe, sarık giyerler ve bu siyonsitler araya öyle sızarlar ki, yedikule
zindanlarında, bir Türkçü padişaha tecavüz edildiğini görürsünüz..
Ermenilerle, gürcülerin arasına da papaz elbisesi giyip sızmışlardı..
Boşuna demedi emir komutam isterse papaz elbisesi giyerim diye..
Elinden her şeyi alırlar, dur! sen üretme, biz sana veririz derler!
Yuttun mu mandayı? İşte şimdi yandın!
Elinde gavurun telefonu, arabası, ayakkabısı, Tvsi, mutfağındaki
çatal bıçağa, çocuğuna aldığın oyuncağa kadar gavur malını satarlar!
Irakta 1.5 milyon din kardeşin katledilirken, sana izlettirler!
Elinde 1 tek atalarının sözleri kalır! <Ne mutlu Türküm diyene!>
Haa sen onu da mı unutmadın? Her sabah kendi çocuklarına,
bağımsızlık yeminleri ettirenler, sana gelince derler ki durrrr!!!
Ne mutlu Türküm demeyeceksin! Irkçısın, dininde yok bu senin!
Vazgeç! Dini bilmek istersin, sahte hoca karşında! Tarih bilmek istersin, sahte tarihçi karşında!
Aldılar mı bir de milliyetçiliği ayaklar altına?
Topraklarına, askerlerine başlar kurşun yağmaya!
Sen kendi milletinle cebelleşirken, onlar göbeğini okşarlar ve yok ederler!
Hunları da, Göktürkleri de, Devleti Aliyyeyi de böyle yok ettiler..

14 Haziran 2016 Salı

Cehape ve Atatürk Cami Yıktırdı mı?


    Sene 1939.. 2. Dünya Savaşı başlamış.. Malum, bir savaş taktiği uzmanı olan Atatürkümüz vefat etmiş, nazi saldırısı ihtimali var, sınırlarımızda, halk telaş içinde.. İsmet Paşa ne yapıyor dersiniz? Topkapı sarayındaki Hz. Muhammed’in sancağını, kılıcını, hırka-i saadetini, Hz. Osman’ın kanlı Kuran’ı Kerim’ini ve diğer bütün kutsal emanetleri 48 vagona yükleyip saklanmak üzere Niğdedeki 3 camiye ve diğer bazı şehirlerdeki camilere gönderiyor, kilidi vuruyor, başına da asker dikiyor.. Yani Topkapı sarayını, Anadolunun içlerine taşıyor.. Neden? Çünkü muhtemel bir saldırıda, camiler kutsal görüleceğini ve bu sebepten hedef alınmayacağını düşüyor.. Bu anlayış, tamamen osmanlıdan gelir..    



   Irakta bulunan Selçuklu cami ve eserleri için de osmanlı aynı şeyi yapmış, ancak ingilizler buraları paramparça etmişler, videoya bile çekmişlerdir.. (ingiliz İmparatorluk savaş müzesi arşivlerinde görüntüler var) Camilere kilit vurulmasının, başında asker bekletilmesinin sebebi budur.. Tabi bugün iftiralarıyla meşhur münafıklar gibi desteksiz açıklama yapmayalım.. Sahih kaynaklardan örnekler verelim.. 

   Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Sayı:6061 , Dosya: 25945, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 213.448 belgede 21 Ağustos 1944 tarihli bir kararla, “Milli Saraylardan Divriği’deki Ulu Camiye korunması için konulan kıymetli eşya Caminin kubbeleri aktığı için korunamayacağından süratle Caminin tamiratının yapılması” istenmiştir.. Kutsal emanetlerin korunduğunu, Kurtuluş Savaşında da görüyoruz.. Mahalle gacısı gibi haybeye konuşmak yok, buyrun sahih kaynak : Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi Sayı: 6061, Dosya: 16714, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 159.115..14.. nolu 14 Haziran 1923 tarihli belgede <<kıymetli eşyanın olduğu camiyi bekleyen tabur ile kıta arasındaki haberleşmeyi sağlayan telefon hattının bozulduğundan>> bahsediyor.. Sene 1923! Görüldüğü üzere kutsal emanetler camilere saklanarak korunmuş, Atatürkün vefatından sonraki ilk tehlikede Topkapı sarayı Anadolunun içlerine taşınmıştı o yıllarda.. 1943 yılında İnönü Niğdeye gittiğinde Saruhan camiine gidip Topkapı sarayı müdürü Lütfü Turanbek ile görüşmüş, asker nöbetini tutuyor değil mi? Gözüm arkada kalmasın demiştir.. 

    Gelelim ahır yapılmasına.. 1936 Cumhuriyet gazetesinin bir başlığı yüzünden bu yalan atılır.. Ne diyor başlıkta? <Bu ne insafsızlık, cami ahır olur mu hiç> diyor.. Peki içeriğinde ne diyor, okudunuz mu? Hayır... <Seferihisar Hereke köyünde bir cami, yunan askerince tahrip edildi, ahıra çevrildi.. İzmir CHP müze müdürü tarafından tespit edildi, müdürlükçe onarıldı ve ibadete açıldı> yazıyor.. 



   Peki camiler yıkıldı mı? Evet yıkıldı.. Kim yıktı? Aynı bugün akpli Konya belediyesinin, belediyenin önündeki camiyi, manzarayı bozuyor diye yıkması gibi, ya da Malatyadaki camiyi akpnin Avm yapılacak diye yıkıp hollandalı iş adamına satması gibi, ya da 1-2 sene önce Bursa İnegöl Muratbey mahallesindeki caminin ahıra dönmesi gibi rant peşinde olan bazı taşra idarecileri, o dönemde de bazı camileri eskidir, kullanılmaz diye yıkıyor..

    Peki sonra ne oluyor? Atatürk bunu duyuyor.. Hemen duruma müdahale ediyor! Yok yok öyle mahalle gacısı, sokağın delisi gibi konuşmak yok, buyrun sahih belge! 31.1.1934 tarih ve 6 / 370 sayılı Başvekalet genelgesiyle, “imar hevesi yüzünden eski eserlerin yıktırıldığının görüldüğü” belirtilerek, “bundan sonra Maarif Vekaleti’ne sorulmadan hiç bir eserin yıktırılmaması” isteniyor.. Bunu umursamayan vatan hainleri, tahribata devam ediyor ve bir uyarı daha geliyor : 3.10.1935 gün ve 6/ 5548 sayılı Başvekalet genelgesiyle, illerde idarecilerin ve belediye başkanlarının “vakıf eserleri haraptır diye çabucak yıktıklarının öğrenildiği, bu hareketi yapanların ağır mesuliyet altına girecekleri” belirtiliyor.

   Gelelim camilerin kapatılmasına.. Camilerin, mescitlerin, tarihi eserlerin korunması 1923 yılında başlamıştır.. 1 mart 1923 meclis konuşmasını açtığınız takdirde, kaç cami, kaç medrese, hayrat, tarihi eser vs onarılmış ve devam ediyor göreceksiniz.. Aynı konuşmada İslama yapılacak olan hizmetlere de şahit olursunuz(diyanet işleri, islamı araştırma komisyonları vs) Buraya yazmaya lüzum yok.. Peki camiler neden kapatıldı? 1936 yılında çıkarılan Vakıflar Kanunun maddeleri uyarınca, üst üste savaşlar görüp harap olmuş camiler, tam 5 yıl boyunca onarılmak üzere kapatılıyor.. Onarılmayacak olan ve ihtiyaç fazlası olanlar da artık kapatılıyor.. Örneğin aynı mahallede 2 cami var, biri tamamen kullanılmıyorsa, kubbesi çökmüş, harap edilmiş, sadece duvarları kalmış, ibadete ve onarıma imkan vermiyorsa, durum tespiti üzerine kapatılıyor.. 

    Mahalle gacısı gibi konuşmuyoruz.. 1 Nisan 1941 tarihinde çıkan İktisadi Yürüyüş adlı dergide, camilerin tamirine 1 milyon lira harcandığını ve onarılan tüm camilerin listesi belirtiliyor.. Peki bu sürede olup bitenler meşhul mu? Elbette değil.. Buyrun araştırıp görebileceğiniz bazı sahih belgeler, konuşmalar.. 7 Mayıs 1937’de, TBMM 4. Dönem, 46. Birleşimde söz alan Refik Şevket B. hangi camilerin, kaç yıllık olduğunu, ne kadar lira harcanıp tamir edildiğini açıklıyor.. 

   Yetmez! 

    1940 yılı meclis konuşmalarında Vakıflar Genel Müdürü Fahri Kiper, camilerin temizliğinden, hangi uzman kadrolarca onarıldığına kadar tek tek anlatıyor.. Onarılan bütün camiler, Başbakanlık Cumhuriyet arşivlerinde ayrı bulunmaktadır.. İyi de, madem durum buydu, camiler kapatıldı yalanını kim uyduruyor? Bu yalanın kaynağı, ingiliz casuslardır.. Hatay o dönem henüz Türkiyeye katılmadığı için, ingiliz casuslar Hatay'da bulunanların Türkiyeyi seçmelerini engellemek için, <Türkiyede camiler kapatılıyor nerede namaz kılacaksınız?> diyerek kandırmaya çalışmışlardır ki, Türkiyeye katılmasın diye Hatay.. Ne kötü ki, bugün ingilizlerin bu oyunu tutmuş ve o dönem kandıramadıkları milletimizin yarısını bugün kandırmışlardır..

      Yooo öyle sokak delisi gibi konuşmuş olmayalım, koyalım belgemizi ortaya değil mi? İçel Milletvekili S. Fikri Mutlu 27 Mayıs 1937’de 

TBMM’de Vakıflar Umum Müdürlüğü’nün bütçesi konuşulurken çok kısaca yazalım şunları belirtiyor : <......40 asırdan beri Türk olan Hatay’daki ırkdaşlarımızın temiz ruhlarını bulandırmak ve zayıflatmak için bir takımı Suriye’de yaşayan ve hain maksatlar peşinde koşan insanların güya Türkiye’de camiler kapatılıyor, camiler yıkılıyor diye mütemadiyen propaganda yapmakta olduklarını çok yakından işittik. Oradaki hain düşüncenin havayı bulandırmak istediği gibi, Türkiye’de camilerin kapatılmamış olduğunu, buradan aydınlatmak istiyorum........> Başka söze gerek var mı? Merak eden devamını açar okur..



     Atatürk cami yaptırdı mı peki? Elbette yaptırdı.. Mihalıççık Atatürk Camii(Aşağı camii), Eskişehir Mihalıççıkta kasabanın tek camisidir, yunan işgalinde harap edildiği için Atatürk parasını cebinden verip yaptırmıştır.. 



  Yetmez!

  

    Atatürk aynı zamanda Parisin göbeğine de cami yaptırmıştır! Grande Mosquée de Paris adlı cami, 2. Abdülhamidin ölümünden sonra, masrafları Atatürk tarafından vefatına kadar karşılanarak yapılmıştır, Atatürk vefat edince tüm yardımlar kesilmiştir.. Japon Elçisi Torijori Yamadaya ricada bulunup Tokyoya da Tokyo camisini yaptırmış, parasını da cebinden vermiştir..
 

Arapların Türklere Gerçek Bakış Açısı...

  İşte size arapların tarih boyunca, yazarıyla belgesiyle, kaynaklarıyla Türklere bakışı.. Uzun değil, okumayan çok şey kaybeder.. Lütfen okuyalım, okutalım..

  “İslam uygarlığını yaratan Araplardır; bu uygarlık Batı’yı etkilemiş ve Batı’da Rönesans oluşmasını körüklemiştir, fakat İslam uygarlığını yok eden ve Arapların geri kalmasının nedenlerini yapan Türklerdir!” (1935-1946 Kahire’de yayımlanan “Tarih al-İslâm al siyâsî va’l-dini va’l-takafi va’l-ictimaî” kitabından)

  Halifelik Türklerin eline geçmesiyle İslam ve Araplar gerilemeye başladı. Türkler kadar İslam’a zarar veren bir başka ulus yoktur.(Raşit Rıza, 1923 “El-Hilafâlı v’al-İnamât el-Uzma” adlı kitabından)

   “Arapları geri bıraktıran Türklerdir, Napolyon’un Mısır’ı ve Arap ülkelerini işgal etmesi tarihine kadar Araplar, Türkler tarafından gerilikler uykusuna sokulmuşlardır ve Napolyon işgaliyle birlikte bu uykudan uyanmışlardır” (Yazar E.Atiyah)

  “Denilebilir ki; İslam dini Arap kaldıkça özgürlükçü, hoşgörülü ve başarılı olmuştur. Türk’ün eline geçince bu niteliklerini yitirmiş ve bozulmuştur.”(Abdullah Larui)

  “Türkler yarı vahşi niteliklerde, Bizans ve Arap uygarlığının katilleridir.''(Developement et Questions d’Orient - Abdullah Sahb, 1972)

  “Kur’an’da kadınlara tanınan hak ve özgürlükler Türkler tarafından kısıtlandırıldı; kadın hakları savaşımına girişmek gerekiyor ve girişirken de Türklerin gasp ettikleri hakların kadınlara iadesi için mücadele vermek gerekiyor.” (Ali İbrahim Leyla, 1976’da Kahire’de yayımladığı “Status of the Egyptian Women Trough the Ages” adlı kitabından)

  Suudlu bir kadın 1985 yılında The New York Times muhabirine verdiği demecinde aynen şunu söylüyordu: “İslamda kadın kapama âdeti diye bir âdet yoktur; bu geleneği İslam’a sokan Türklerdir.”

  Lütfi al-Haffaf, Şam’da yayımladığı “Muthakkırat” adlı eserinde, Arapların Türklerle ilişki kurduktan sonra her türlü uygar gelişmeden yoksun kaldıklarını savunmuştur.

  ''Akdeniz havzasındaki Müslüman ülkeleri işgal etmekle Türkler, İslam dünyasının Batı’yla ilişkilerine ve uygarlık yönündeki gelişmelerine son vermişlerdir. İslam ülkelerinin Türkler tarafından işgal edilmesi, Ortaçağ’da Avrupa’nın barbarlar tarafından işgal edilmesinden çok daha zararlı ve uygarlığı söndürme bakımından çok daha tehlikeli olmuştur.'' (Arap Yazar Taha Hüseyin)

  Baas lideri Cemal Abdülnasır : ''Çocukluğum yıllarında, havada ne zaman bir uçak görsem, kendi kendime mırıldanır okuduğum şarkının anlamını eleştirirdim: ‘Ey Büyük Allah’ım, İngilizi kahret!’ Zamanla öğrendim ki, dedelerim buna benzer bir bedduayı vaktiyle Türklere karşı ederlermiş''

  ''Muhammet köleliği kaldırmak istedi; eğer Araplar Türklerle ilişki kurmamış olsalardı kölelik denilen kötü gelenek İslam ülkelerinde kaybolacaktı''(Ali Seyyid Emir)

  Suriyeli devlet adamı 1957’de şunu der: “Eğer Moğollar, 13. yüzyılda Bağdat kitaplığını yakmamış olsalardı, biz Araplar, bilim ve fende öylesine ilerlemiş olacaktık ki, şimdiye dek çoktan atom bombasını bulmuş olacaktık!”

  Yazar Edouard Saab' göre, Arap tarihinin en felaketli ve en karanlık iki günü var:
“Bunlardan birincisi; Arap ordularının 732 yılında Poitiers önünde Charles Martel tarafından durdurulması; ikincisi ise 10 Şubat 1258 tarihinde Türk Komutan Hulagü’nün Bağdat’ı almasıdır.”

  İbni Sina ve Kirmani'ye göre Türkler efendi değil köle sınıfındandır.

  İmam Gazali… Türk’e en ağır hakaretleri uygun bulmuş olmasına karşın, bugüne dek Türk’ün en çok yücelttiği bir kişi olmuştur!

  İbn Teymiye Türkleri, İslam dinine en büyük kötülüğü yapmış olanlar arasında kabul eder: “Muhammed dinine karşı bunların (yani Şiilerin) yaptıkları kötülükler, kâfirlerin, Türklerin Frenklerin ve benzerlerinin yaptıklarından çok daha fazladır.”

  Ibn al-Mukaffâ (724-759), Çinlileri, Bizanslıları, Hintlileri, Arapları, Türkleri değer ölçeğine vurur ve kıyaslar. İranlılar, büyük çapta bilim adamı yetiştirir. Çinliler sanatkardır. Türkler ise, “başkalarına saldırmak için yaratılmış yırtıcı, vahşi hayvanlardır!”

  “Türkler, Araplardan çok aşağı olup tıpkı zenciler gibi hayvan niteliğinde kimselerdir.”(Ebu Süleyman al-Sicistani 912-985)

  10. yüzyılda; Abû Zeyit al-Balhî’ye göre; Türkler, “yayvan ve geniş suratlı, basık burunlu, küçük gözlü, Araplara felaket getirici, gaddar” idi.

  Balhî’nin bildirdiğine göre, Kur’an’da sözü edilen Ye’cûc-Me’cûclar Türklerdi!

   İdrisi al-Mahmut’a (1100-1166) göre Türkler; “zalim, haşin, kaba güç temsilcisi, intikamcı, bencil”dir.

  12. yüzyıl Arap alimlerden Yâkut al-Hamavî şöyle yazdı:
“Kana susamış yağmacı Türkler kentin çeşitli semtlerine saldırdılar; rastladıkları her insanı, yaş ve cinsiyet farkı gözetmeksizin kestiler, daha sonra kenti yakıp hak ve yeksan eylediler. Allah bizi buna benzer felaketlerden korusun, çünkü bu şimdiye dek İslam’a karşı girişilmiş en korkunç davranıştır.”

  “Binbir Gece Masalları”, Arap’ın Türk aleyhtarlığının kutsal kitabıdır! “Binbir Gece Masalları” kadar Türk’ü, Batı’ya; kötü, kaba, haşin ve barbar nitelikte tanıtan az kaynak bulunur. Bu masallarda Türk; kaba kuvvet temsilcisi, küstah, Bağdat sokaklarında -sanki halkın efendisiymiş gibi- kibirle dolaşan, Allah’ı, Allah’ın emirlerini ve kutsal ne varsa her şeyi hakir gören bir tiptir.

  ''İslam uygarlığı, İslam bilimi, kültürü ve gelişmesi sadece Arap zekâsının ve dehasının ürünüdür.''(The Arab Genius in Science and Philosophy-1954-Ömer A. Faruk)

Saltanat Bizi Cahil Bıraktı...


    ''Yiğit kendini öğende, toplar menzili döğende, şeşber kalkana değende, Köroğlu'nun narasından, Hak saklasın belasından, her yan gümbür gümbürlenir'' diyen ecdad, bu gördüğünüz insanlardı.. Bakmaya doyum olmayan, günümüz için ibretlik olan bu görselin konusu belli ancak yüksek izninizle biraz açıklama yapalım.. Yıllarca Osmanlı deyince, 3 metre boy, geniş omuzlu, kas yığını insanlar aklımıza geldi.. Irk olarak elbette güçlü bir ırk olduğumuz kanıtlanmıştır ancak Oğuz Türkleri aksine kısa boylu, geniş alınlı, ince dudaklı, elmacık kemikli, çekik gözlü güzel, kadim insanlardı, diğerinden iyi olmasın.. Şimdiki yeni nesil sanıyor ki, Osmanlı dönemi kapanınca, herkes küçüldü, güçsüzleşti.. Bir de ''Ecdadumuz mermerü döverdü, tokadıyla fetüh yapardu'' derler.. Kardeşlerim onlar Osmanlı ordusundaki ''Tokatçılar''idi.. Anadolu'nun köyünden bucağından iri, kaslı, uzun boylu kimselerin oluşturduğu düzensiz ordular grubundan, silahlar sustuğunda meydana çıkıp tokatlarını konuşturan askerlerdi.. İşte Osmanlı olarak vatandaşlık ismini almış dedelerimiz, ninelerimiz karşımızda.. 1937 yılında, Ordu'nun Oğmaca köyünde çekilmiş.. Cumhuriyet'imizin 15. yılını kutluyorlar.. Görselde işaretlendiği üzere bir dedemiz çok önemli bir mesaj veriyor bugünlere..      Diyor ki ''Saltanat bizi cahil bıraktı''... Diğerleri, ''Biz Atatürk'ün çocuklarıyız'' diyor ve muhtemelen başka bir köy için okul bekliyorlar.. Yıl 1937.. Başlarında bulunan Cumhurbaşkanı, 'Eşsiz lider' olarak görülüyor ve dedelerimize, ninelerimize öyle bir hizmet sağlıyor ki, sonunda ecdad, saltanatın kendilerini cahil bıraktığını anlıyor..

Bakınız AtaTürk'ümüz, Ermeni Meselesiyle İlgili Ne Diyor?

Kimse zırlamamalı.. Mevcut CB(rte) çıkıp da ermenilerden sözde soykırım için özür dilerse, adamlar elbette soykırım diyecek.. AtaTürk'ün izinden gitmeyen bir Türkiye; kimliğini, töresini ve sonunda mevcudiyetini kaybetmeye mahkumdur.. Bakınız AtaTürk'ümüz, ermeni meselesiyle ilgili ne diyor.. Hem de 1921'de.. Türk'ün asil, kararlı ve soylu duruşu böyle olur... Böyle!



Kafirler, kendi milletini Atatürk'e düşman ederek ondan intikam alıyorlar!



 Kısa ve net, hakiki din adamı dediğin böyle olur..